Sosyal medyada imrenerek baktığımız o fotoğraflardaki bazı kişiler meğer suyun içindeki ördekler gibiymiş. İlk olarak Stanford Üniversitesi tarafından ortaya atılan ördek sendromu, bir miktar anlam kaymasıyla birlikte sosyal medyada hayatlarını paylaşan bazı kişileri anlatmak için kullanılmaya başlandı. Hürriyet.com.tr köşe yazarı Sedef Batı ‘Ördek Sendromu’ kaleme aldı. Bir Sorudan Fazlası bölümünün bugünkü konusu ‘Ördek Sendromu’ yaşayanlar…
Suyun üstünde bir sağa bir sola süzülen ya da sakince duran ördekler, aslında küçük perdeli ayaklarını hızlıca çırparak suyun üzerinde durmaya çalışıyorlar ama kimse bu çektiklerinin, sarf ettikleri onca çabanın farkında değil.
Sosyal Medya da, olduğu gibi değil olmak istediği gibi görünmeye çalışan insanlarla dolu. Eşi ile sürekli kavga edip 3 dakika sonra aşklarının ne kadar ölümsüz olduğunu belgeleyen fotoğraf serisini Instagram’da paylaşmak, aslında o kadar da iyi geçmeyen tatili sayısız mutlu hikayeye kazımak, hayatı hep bir bayrammış filtreleriyle yansıtmak artık yeni normalimiz.
Tabii bir diğer normalimiz de “Ben evde pijama ile oturuyorum, arkadaşım ne kadar da mutlu” diye iç geçiren onlarca insan… Bu sosyal medya illüzyonu 7’den 70’e herkesi etkisi altına alıyor ve sandığımızdan çok daha fazla insan farkında olmasa bile bu ördek sendromundan çok çekiyor.
Biz de benzer örnekleri ilk ağızdan dinledik, kimini eşinin dostunun, akrabalarının anlattığı kadarıyla sizlere aktarmaya çalıştık…
ELTİM TATİLE GİTTİ BEN GİTMEZSEM ÇATLARDIM
Ö.E. (29)
Ben evlendiğimden beri, eltim bana sürekli kıyafetleri, ev eşyaları, takıları, yedikleri içtikleri ile hava atmaya çalışıyor. Ekonomik durumları bizden daha iyi ve hiç para hesabı yapmıyorlar. Önceleri pek aldırmıyordum ama gün geçtikçe bu tavırları beni sinir etmeye başladı. Ayda sadece birkaç kez aile yemeklerinde bir araya geliyoruz. Her şeyi o buluşmalara sığdıramadığı için içinde kalanları sosyal medyadan gözüme sokmaya devam ediyor. Ben de kendimi sürekli eşime bu postları gösterirken buluyorum; rahatsız oluyorum ama kendimi engelleyemiyorum.
Biz yılda bir tatile ancak çıkabiliyoruz ama bu yıl ekonomik nedenlerden dolayı onu da yapamadık. Eltim ise bir ay önce güzel bir tatil yaptı, hem de ne tatil… Sabah kalkıyorum o, akşam yatıyorum o, sanırsınız birlikte tatil yaptık ve itiraf ediyorum çok kıskandım. Eşime ne yapıp edip aynı ayarda bir otelde tatil yapmamız gerektiğini söyledim. Borçlanarak o tatile çıktık ve ben de aynen onun gibi tatilimin her detayını paylaştım. Normalde böyle kıskanç biri değilimdir ama konu eltim olunca bir şey oluyor bana. O tatile gidip o fotoğrafları paylaşmasam çatlardım. O fotolar ve videolar bize biraz pahalıya mâl oldu ama olsun ben hırsımı aldım ya gerisini düşünmüyorum.
ANNESİ HAVA ATACAK DİYE ÇOCUK KURSLARDA HELÂK OLDU
N.T. (39)
Benim arkadaş çevremde bu bahsettiğiniz sendromlu insanlardan o kadar çok var ki, hangi birini anlatsam bilemedim. En dikkat çekici olan oğlumun bir arkadaşının annesi sanırım. Bu huyunun haricinde çok sevdiğim bir arkadaşım ama inanılmaz rekabetçi ve sürekli kendi çocuğu en planda olsun, onunla övünsün istiyor. Bunun da en iyi yolunu sosyal medyada bulmuş. Çocuğun her adımını sosyal medya hesabından paylaşıyor, o kurs senin bu kurs benim çocuğunu gezdiriyor. Buraya kadar belki bir derece normal gelebilir size ama çocuğun her etkinlik girişi ve çıkışı fotoğraflarını çekip sayfasından yayınlıyor. Bu durum “Oğlum piyano kursuna giriyor, oğlum kurstan çıktı, şimdi biraz spor zamanı, baskete gidiyoruz, spor bitti milkshake keyfi…” şeklinde çocuk uyuyana kadar devam ediyor.
Hepimiz biliyoruz çok mutsuz bir evliliği var, bu boşluğu doldurmak için kendini tamamen çocuğa adamış ve hayatında her şey çok güzelmiş gibi davranıyor. Sosyal medyada yaşadığı dünya ayrı gerçek hayatı apayrı. İşin tuhafı kendini de bu yalan dünyasına inandırmış. Eşi ile arasındaki mutsuzluğu kamufle etmek için aralarındaki tek bağ olan oğluna yapışmış durumda. Onun kurs etkinliklerinde ya da yarışlarında bir araya gelen aile, mutluluk pozları paylaşıyor, onun yaşantısını sosyal medyadan takip edenler de altındaki son model araba ile çocuğunun kursları arasında gidip gelen bir kadından ziyade mutlu bir eş ve anne görüyor, kendi hayatları ile kıyaslayıp iç geçiriyor.
Benim kendime ait lüks bir arabam yok, çocuğumu 10 tane kursa gönderecek maddi gücüm yok, boşandığım eşimden de maddi yardım almıyorum ama bana sorarsanız ben daha mutluyum. Sosyal medyayı kullanıyorum ama her gün hikaye paylaşacak kadar aktif değilim. Oradaki insanlar kadar renkli bir hayatım yok 😊 Sevdiğim bir çiçeği, ağacı paylaşıyorum ya da çocuğum ile parktaki mutlu bir anımızı. Elbette hepimiz insanız ve mutsuz olduğumuz anlar oluyor. Üzgünken, içim kan ağlarken mutlu görünmeye çalışmak bana çok tuhaf geliyor. O günlerde hiçbir şey paylaşmak gelmiyor içimden çünkü mutsuzum. Ama demek ki bu bir rahatsızlık ve o insanlar “mış gibi” yaparak mutlu oluyor.
KOCASININ ALDATTIĞINI ÖĞRENDİ ŞİMDİ İNADINA DAHA DA MUTLU
Ş.K. (32)
Benim yakın bir arkadaşım var, aynen bu bahsettiğiniz Ördek Sendromu onda var ama o bunun farkında değil. Kendi yarattığı sahte mutluluğa kendini bile inandırmış ve sosyal medyasında da bunu her fırsatta gözler önüne seriyor. Ben yaşadıklarına birebir şahit olduğum için suyun altındaki bacaklarını görüyorum ama görmeyen için imrenilecek bir yaşantısı var.
Eşi ile birbirlerini çok severek evlendiler, onu hala çok seviyor ve resmen ona tapıyor. 5 yaşında bir çocukları var ve gerçekten güzel bir yaşantıları var. Sosyal medya hesapları da var ve bir yıl öncesine kadar hep çok dozundaydı. Her şey normaldi yani…
Bundan yaklaşık bir yıl önce eşinin telefonunun ekranına düşen bir mesajla dünyası başına yıkıldı. Mesajda bir kadın eşi ile uzun süredir ilişkisi olduğunu söylüyordu, üstelik eşinin iş yerinden tanıdığı biriydi. Hatta birkaç yemekte beraber aynı ortamda bulunmuşlardı. Sosyal medyadan bile birbirlerinin arkadaşıydılar. Önce inanmak istemedi ama sonradan öğrendi ki gerçekten de tam 4 yıldır eşinin o kadınla ilişkisi vardı, eşi de bunu itiraf etti.
O saatten sonra arkadaşımıza bir şey oldu. Eşi motor kullanan, sürekli spor yapan çok aktif birisi. O da çocuktan sonra kendine pek vakit ayırmıyordu. Bu olay onda öyle bir etki yarattı ki eşinden boşanmayı bir saniye bile aklından geçirmedi ve o kadın gibi olmaya karar verdi. Kadın belli aralıklarla ona mesaj göndermeye devam ediyordu, o bu mesajlara hiç cevap vermedi çünkü cevabı sosyal medyadan vermeyi tercih etti. Mesajı çok netti ‘Kocamı çok seviyorum ve onu bırakmayacağım’
Bir müddet sonra saçı, giyim tarzı hatta yaşam tarzı değişmeye başladı. Sosyal medyasını çok aktif kullanmayan o kadın her gün en az 10 hikaye paylaşmadan günü bitirmedi. Deri ceketlerle motor tepesinde, spor salonunda, kampta onlarca post paylaştı eşi ile birlikte. Eşini sevmekten asla vazgeçmedi ama onu hiç affetmedi aslında. Her buluşmamızda “Keşke hayatım hikayelerimdeki kadar güzel olsa” diye ağlıyor ama bu yalan dünyasında debelenmekten de vazgeçmiyor.
ZAYIFLAYAMADIĞIM İÇİN GÖRÜŞMEYE GİDEMİYORUM
G.Ç. (41)
Bende de bu sorundan var çünkü sosyal medyada, olmak istediğim kişi olmak için epey ter döküyorum. Pandemiden dolayı çok kilo aldım ve vermek istesem de veremiyorum. Çok aktif ve sosyal biriydim, şimdi kilomdan dolayı arkadaşlarımla fazla buluşmak istemiyorum. Sadece yakın arkadaşlarım ile bir araya geliyorum. İçinde olduğum her fotoğrafla oynayıp kendimi zayıflatıyorum. Bu bende hastalık haline geldi, fotoğraflarla oynamadan duramıyorum. Bu arada internetten tanıştığım biri var, fotoğraflarıma bayılıyor ve artık görüşmek istiyor. Fotoğraflardaki kiloya inene kadar onunla buluşamayacağım için sürekli bahane üretiyorum. Bir arkadaşım “Fotoğraf inceltmeyle uğraşacağın vakitte spor yapsan zaten incecik olmuştun şimdiye kadar” diyor, haklı da ama bir girdabın içine girdim çıkamıyorum resmen.
MADALYA ALSIN DA SOSYAL MEDYADA PAYLAŞALIM
B.M. (36)
Bende kendimle ilgili şeyleri değil ama kızımın başarılarını herkese duyurma ve beğeni alma isteği çok yoğun. Sosyal medyada hayatıma dair bir şeyleri abartmıyorum, neyse onu koyuyorum ama kızımın okul arkadaşlarının anneleri yüzünden bazen ben de abarttığımın farkına varıyorum. Onlar çocuklarının bir başarısını paylaşınca mutlaka benim de bir şey paylaşmam gerektiğini düşünüyorum ve kendime engel olamıyorum. Geçen gün eline bir kitap verip tesadüfen çekmiş gibi yapıp “Kitap kurdum” diye paylaştım ki çocuğum kitap okumaktan nefret ediyor. Sonra aklıma geldi çocuğu aldım koştur koştur yüzme kursuna yazdırdım. Yıl sonunda yarışlara katılacak. Madalya alsın da sosyal medyada paylaşayım diye dört gözle bekliyorum.
ÜSTTE HEDİYE YAĞMURU ALTTA KAVGA KIYAMET
H.L. (41)
Alt komşumla aramız çok iyi, sık sık birbirimize gelip gidiyoruz. Sosyal medyadan da arkadaşız. Son zamanlarda eşi ile şiddetli kavgalarına tanık oluyorum, yani sesleri geldiği için ister istemez duyuyorum ama bu konuyu bir araya geldiğimizde asla açmıyorum. Geçtiğimiz günlerde yine alt kattan kavga sesleri geldi, uzun süre birbirlerine bağırdılar, çok üzüldüm “Kim bilir ne kadar üzülmüştür, perişan haldedir” diye düşündüm. Aradan 10 dakika bile geçmemişti ki bir fotoğraf paylaştı. Kocasının bu akşam ona hediye ettiği kolyeyi aşk dolu bir mesajla paylaştı. Fotoğrafa dikkatli baktığımda o kolyesini zaten daha önceden gördüğümü hatırladım.
Bu tanık olduğum ilk olaydı ama sonradan her kavgalarından sonra yine bir mutluluk pozu ya da hediyesi paylaşıyordu. Belki de bu davranışı onun yaşadığı o olumsuz duygudan kurtulmasına neden oluyordu ama ben sonraki günlerde onunla bir araya gelince yüzüne bakmakta zorlanıyordum. Sanki ona karşı dürüst davranmıyorum sıkıntısını bildiğim halde konuşmuyorum diye. Ama asıl o sadece beni değil tüm arkadaşlarını bu mutluluk oyunu ile kandırıyordu.
“Danimarka Mutluluk Araştırma Enstitüsü’nün 1,095 kişi üzerinde gerçekleştirdiği deneye göre sadece bir hafta Facebook kullanmayı bırakan kişilerin hayattan aldıkları tatmin ciddi oranda yükseldi. Aynı araştırmanın bir diğer kısmında ise düzenli Facebook kullanıcıları, kullanmayanlara göre kendilerini daha fazla öfkeli, kaygılı, stresli ve depresif olarak tanımlamış.”
Psikolog Dilara Sayar
BAŞARISIZ, MUTSUZ VE CAN SIKICI GÖRÜNMEK İSTEMİYORUZ
Sayar, ördeklerin suyun üzerinde ilerleyişlerinin çok sakin, yavaş ve estetik olduğunu ancak o ilerleyişi sağlamak adına, suyun altında gösterdikleri çabanın oldukça karmaşık, hızlı, zor ve yorucu olduğunu, bu gerçeklikten yola çıkarak, dışarıdan mükemmel görünen yaşantıların aslında öyle olmadığını açıklamak adına ‘Ördek Sendromu’nun kullanıldığını belirtti. Sayar, özellikle sosyal medyaya yansıtılan hayatların, bu sendromun birer örneği niteliğinde olduğunu ifade etti.
“Hiç kimse başarısız, mutsuz, can sıkıcı anlarının başkaları tarafından bilinmesini istemez. Genellikle bu deneyimleri bir şekilde gizlemek eğiliminde oluruz. Güzel, mutlu, başarılı, eğlenceli görünmek ve hayatlarımızı hiç çabalamadan, hiç zorlanmadan bu kadar iyi olduğunu paylaşmak bizi besler.” diyen Sayar, insanların özellikle bir performans sergilerken eğer onu izleyenler varsa performanslarını sürekli kontrol etmediklerini, izleyenleri etkilemek için gerçeklerden uzaklaşıp, performanslarını daha ideal görülen, daha beğenilen, daha estetik bulunan hale getirebildiklerini, sosyal medya kullanıcılarının büyük çoğunluğunun da hayatlarını izleyenlerine nasıl sunmak istiyorlarsa o yönde paylaşımlar yaptığını sözlerine ekledi.
Dr. Uzman Psikolog ve Sosyolog Serap Duygulu,
IŞILTILI HAYATLARDAN OLUŞAN MASKELER TAKIYORUZ
Duygulu, insanların ördek sendromu yaşama sebeplerini ise şöyle anlattı:
“Öncelikle dışarıdan hep olumlu, başarılı, mutlu ve birçok şeye sahipmiş gibi görünmek istiyoruz. Bu duyguları sosyal medyanın da tetiklediğini, hatta beslediğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Nasıl göründüğümüz çok önemli artık ve elbette ki filtrelerden, renk oyunlarından, ışıltılı hayatlardan oluşan maskeler takıyoruz. Kimse yaşadığı zorluklar, çektiği sıkıntılar görünsün istemiyor. Ama gerçekten mutlu bir hayat yaşayan insan o mutlulukla meşgul oluyor. Başkalarına bunu ispat etmekle uğraşmıyor.”
“Northwestern Üniversitesi’nde 100 çift üzerinde yapılan bir araştırmaya göre mutlu çiftler, sosyal medyada ilişkileri hakkında çok az paylaşım yapıyorlar. Üstelik bunun tam tersi de geçerli; yani çok fazla mutluluk pozu paylaşanların durumu sosyal medyada göstermeye çalıştıkları gibi olmayabilir. Bu durumun sebeplerini ise şöyle açıklanmış: 1) Sosyal medyayı etkin kullanan bazı insanlar için kendilerini inandırmak için diğerlerini inandırmak önemli bir etken. Bu sebeple ortaya koydukları gerçekçi olmayan mutluluk pozları gerçek olmasa bile diğer insanların ilgisini çekiyorsa kişiler bu durumu gerçekmiş gibi hissederler. 2) Gerçekten mutlu çiftler, beraber keyifli vakit geçirdikleri zamanlarda dikkatlerini sosyal medya ile dağıtmazlar. 3) Gerçekten mutlu çiftlerin kanıtlayacak bir şeyleri yoktur.”
HİÇBİR MUTLULUK EMEKSİZ ELDE EDİLMEZ
Mutsuz, başarısız ya da zor anların getirilerinden, hissettikleri kaygılı ve depresif duygulardan uzaklaştıkları yanılgısına kapılan kişilerin idealize görülenle gerçek yaşam arasındaki mesafesi ne kadar açılırsa, psikolojik problemlerin hızla kapıyı çalacağını vurgulayan Sayar, sözlerine şöyle devam etti:
“Gerçek yaşamın içinde mutluluk kadar mutsuzluk, başarı kadar başarısızlık, kolaylık kadar zorluk da vardır. Hiçbir başarı çabasız ve hiçbir mutluluk emeksiz elde edilmez. Bu gerçekleri inkâr etmek ya da kendini başka biri olmaya zorlamak; özsaygıyı düşürür, yetersizlik hissi verir, depresyona eğilimi artırır.”
Sayar, sosyal medyada -mış gibi yapmanın ve yapay bir iyilik hali sunmanın daha çok beğeni, takip, popülarite getirmesinin kişiler için cezbedici olabileceğini, ancak bu psikolojik zorlanma sürekli hale gelirse, kişi edindiği ‘maske’yi çıkarmak istese de tek başına bunu başaramayabileceğinin ve uzman desteğinin alması gerekebleceğinin altını çizdi.
HEPİMİZ ‘ÖRDEK SENDROMU’ KURBANINA DÖNÜŞÜYORUZ
“Sosyal medya sahnesinde herkes bir sahte mutluluk oyuncusu. Herkes bir diğerinin ne kadar güzel, zengin, başarılı, akıllı, zengin göründüğüyle o kadar meşgul ki gerçek hayatlarımızdan kopuyoruz. Başkalarının ne yaptığı, ne yaşadığı ve nasıl göründüğüyle o kadar ilgiliyiz ki, kendi hayatımızı gerçek anlamda yaşamaktan uzaklaştık. Kısacası neredeyse hepimiz ‘ördek sendromu’ kurbanına dönüşüyoruz” diyen Duygulu, bize yansıtılan görüntünün ardındaki gerçeği görmediğimizi ya da belki kolayımıza geldiği için görmek istemediğimizi söyledi.
Duygulu, başkalarının nasıl bu kadar harika hayatlar yaşadığına bakıp, böyle bir hayatımız olmadığı için öfkelenebileceğimizi, bunun da gözümüzde büyüttüğümüz bazı işler için harekete geçmek, çalışmak, azmetmek yerine neden bunları yapmadığımıza dair harika bir savunma ve kaçış olabileceğini düşündüğünü belirtti.
Duygulu, burada sorulması gereken ilk sorunun “İnsanlar gerçekten göründüğü kadar zengin, mutlu ya başarılı mı? Hayatları gerçekten bu kadar mükemmel mi?” olması gerektiğini asıl üzerinde düşünülmesi gereken şeyin ise “Öyle olsalar bile ben öyle olmak zorunda mıyım? Böyle bir mükemmeliyetçilikle kendimi ve çevremi mutsuz etmeyecek miyim?” olması gerektiğini sözlerine ekledi.
Numberone.com.tr