Kanadalı şarkıcı ve besteci Loreena McKennitt, yeni çıkan albümünden bahsetti ve “Türkiye benim için çok zengin, çeşitli bir yer ve ilham kaynağı” dedi.
NTV’de Gece Gündüz’e konuk olan Kanadalı şarkıcı ve besteci Loreena McKennitt, Gülay Afşar’ın sorularını yanıtladı.
Bunca geçen zamandan sonra sizinle çok güçlü bir bağımız olduğunu düşünüyorum. İlk kez 1995 yılında Jazz Festivali’nde tanışmıştık sizlerle. Peki, nasıl hissediyorsunuz?
Burada sahneye çıkmak, insanlarla tanışmak muhteşem bir dünyaya adım atmak gibiydi. O kadar zengin bir dünyaydı ki…
Bu kez İzmir’e ve Ankara’ya geldiniz. Merak ediyorum, acaba sizin ordaki izlenimleriniz nasıldı?
Muhteşem bir keyifti bu kentlerde sahne alabilmek. Benim için müziği canlı seslendirebilmek muazzam bir şey. Bir ilişkiyi tamamlamış oluyorsunuz sahneye çıktığınız zaman.
Çok fazla seyahat ediyorsunuz ve müziğinizle tarzınızı birleştirip size “Müzikli seyahat yazarı” diyenler var. Tüm bu seyahat ettiğiniz yerleri göz önüne alırsak, hangi yer sizi daha çok etkiledi?
İrlanda’ya çok önce gitmiştim ve büyük bir etkisi olmuştu, fakat kariyerime bakarsak Türkiye diyebilirim. Kapadokya’ya gittim, Safranbolu’ya, Ankara’ya gittim. Anadolu’nun farkı köşelerine gittim. Konya’ya gittim. Çok kısa bir ziyaret olmasına rağmen Efes’e de gittim. Türkiye benim için çok zengin, çeşitli bir yer ve ilham kaynağı.
Hikayeler ve tarihler size ilham veriyor, değil mi?
Evet, bence tarih çok büyük bir puzzle ve Kanada’da dünyanın bu taraftaki tarihini öğrenme fırsatını bulamıyoruz. Yazdıklarımla ve müziğimle, benim almadığım bu eğitimi bir şekilde dengelemeye çalışıyorum. Bu bence kendimizi eğitmenin başka bir şekli, gerçek hayat böyle değil mi?
Neden Kelt müziği?
Açıkcası ben de bilmiyorum. Ailem İrlanda ve İskoçya’dan geliyor, ama Kanada’da İrlanda ve İskoç müzikleri pek dinlenmiyordu. O müzikte beni kendisine çeken bir şeyler vardı. Dinler dinlemez bu yoldan gitmek istediğimi, bu müziği takip etmek istediğimi düşündüm. Şarkıcı olmayı hayal etmiyordum. Veteriner veya ormancı olabilirdim, ama müziğin beni seçtiğini düşünüyorum. Bu Kelt müziğinde insana bulaşan bir şey var ve bu beni bırakmadı.
Anadolu’da Kelt müziğin izlerini bulmuştunuz…
Aslında müziğin izlerinden ziyade, Keltlerin buradaki izlenimlerini bulmaya çalıştım. Aslında bakarsanız çok az bir kalıntı var ancak Ankara’daki müzeye gittiğim zaman orada gerçekten Kelt döneminden kalan çok güzel eserler vardı ve oradan aldığım küçük bir anı, hala oturma odamda en güzel köşede duruyor ve ona keyifle bakıyorum. Bence tarih, yaratım için çok özel bir sıçrama tahtası ve ben görsel bir müzik dokusu ortaya koymaya çalışıyorum benim asıl amacım; kendi seyahatlerimi bir hikaye içerisinde köprü olarak seyircilerimle ve müziğimi dinleyen insanlarla -dünyanın neresinde olup olmadıkları önemli değil- tarihle birleştiren bir köprü haline getirmek.
Son albümünüzden ve Hindistan’daki gezinizden biraz bahsetmek istiyorum. Hindistan seyahatindeki tecrübeleriniz sizi yeni albümünüzde etkilediğini düşünüyor musunuz?
Hindistan’a yaptığım seyahatin henüz bir şarkıma kendisini yansıttığını düşünmüyorum. Son albümüm olan Kayıp Ruhlar albümü, daha önce yazdığım ve bestelediğim parçaların özellikle ağaçlarla ilgili olan eserlerimin birleştiği bir albüm.
Geçmişe baktığımızda 30 yıllık çok büyük bir kariyeriniz var. Bir çok seyahat gerçekleştirdiniz, bir sürü söz yazdınız ve kendi şirketinizi yönettiniz. Dünyada kendi şirketini en başarılı şekilde yöneten nadir insanlardan birisiniz. Peki, bu nasıl oluyor?
Açıkcası çok yavaş başladım 1985’te ilk albümümü yapmıştım ve elimde 30 tane kaset vardı. 15’ini hediye ettim ve geri kalanını da pazar yerinde satarak başlamıştım. Bir kaç yıl içerisinde para biriktirdim ve ilk kaydımı yaptım, turneye çıktım. 1991’e geldiğimizde, ilk profesyonel lisans anlaşmamı Warner Müzik Grubu’yla yaptım. Bu süreç içinde işin ticari kısmını da öğrenmiş oldum. Bir sanatçının başarılı olması için bir çok faktör var. Başarı sadece sizin yaratıcı olmanızla ilgili değil, birçok farklı süreç var. Los Angles’a gittiğimde, menajeri olmadan dünyayı gezen bu insandan çok rahatsız oluyorlardı ve hep bana menajer bulmaya çalışıyorlardı. Onlara “Benimle uğraşmak imkansız, benim menajerliğim yapılamaz” diyordum. Daha sonra kendi menajerliğimi ve kendi ekibimle ofisimi kurarak bu işlere başladım.
Türk seyircilerinize bir mesajınız var mı?
Tekrar bu ülkede olmak muhteşem bir duygu. Bu kadar uzun zamandır onların önünde sahneye çıkamamak çok üzücü bir durum. Umarım bir dahaki konsere kadar aramıza bu kadar zaman girmez.