Onları daha çok duyacaksınız

Her gün piyasaya sürülen onlarca albümün arasından ‘ben buradayım ve iyiyim’ diye bağıranlar hemen dikkat çekiyor. İngiliz topluluk Foals’un Total Life Forever adlı albümü de bunlardan biri. Oxfordlu topluluk olgunluk düzeyi şaşırtıcı derecede yüksek bir iş çıkarmış. Öyle ki, onları tanımayan yılların topluluğu sanabilir. Yeni nesil indie rock topluluklarının klişelerinden mümkün olduğunca uzak, tuhaf ve farklı ritim arayışlarına giren gitarların hakim olduğu, atmosfer müziklerine yakın duran ama eğlenmeyi de unutmayan melodilerle dolu Total Life Forever. Aceleye getirmeden hüznün ve eğlencenin düzeyini iyi tutturmuşlar. Albümün açılış parçası Blue Blood‘da bunu hemen hissedebiliyorsunuz. Müthiş sound’uyla Spanish Sahara, İskandinav havalarıyla 2trees ve What Remains, son derece etkileyici düzenlenmiş, gelecek eskisi gibi değil diyen dikkat çekici sözleriyle Black Gold şarkıları albümün en dikkat çekici işleri. Güzel melodilere ve ritimlere eşlik eden Yannis Philippakis adlı genç vokalistin buğulu sesinin de Foals’un gücüne katkısı büyük. Zaman zaman yükselişlerinde The Cure’dan Robert Smith’i müthiş derecede anımsatsa da, onun sesi ve melodiler, albüm kapağına uyan bir biçimde denizin altında gizemli ve karanlık bir yolculuğa davet ediyor gibi.

TÜRLER ÜSTÜ MÜZİK

Foals adını, büyük bir aksilik olmazsa önümüzdeki yıllarda daha da sık duyacağımız kesin. Tıpkı ilk yıllarında Radiohead ya da Coldplay bugünkü hallerinin işaretlerini nasıl verdiyse, Foals da aynı ışığı taşıyor. Sound olarak türler üstünde, yeni, arayış içinde bir müzik dinlemek isterseniz ya da en azından önümüzdeki üç beş yıl içinde indie türün nerelere evrilebileceğine dair ipuçları yakalamak isterseniz Foals’a kulak verin.

Haber

İlginizi Çekebilir