Caz müziğin dünyadaki en başarılı gitaristlerinden John McLaughlin, grubu The 4th Dimension’la çıktığı Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’a da geldi. Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 100 gitaristi arasında gösterdiği sanatçı, ış Sanat’taki konserinde caz tutkunlarına unutamayacakları bir gece yaşattı. Gitar ustası, etkileyici sahne performansına başlamadan önce Hürriyet Gazetesiyle bir röportaj yaptı..
Müziğe hangi enstrümanla başladınız?
– Piyanoyla. Ben caz disiplininden geliyorum. 60’lı yıllarda blues, rock ve Jimi Hendrix’le büyüdüm. Buna rağmen hiçbir zaman rock gitaristi olmadım. Yani bir Eddie van Halen değilim! (Gülüyor)
Gitara nasıl başladınız peki?
– Neden piyanoyu bırakıp gitar çalmaya başladığımı bilmiyorum. Sanırım bu bir aşk, tutku… ılk gitarıma sahip olduğumda 11 yaşındaydım. 8 yaşımdan beri piyano çalıyordum. Ama birdenbire piyanoyu kenara bırakıp gitara başladım. Nedenini gerçekten bilmiyorum. Bu konuda verebileceğim tek mantıklı yanıt, ‘aşk’ olabilir. Ama aşkın kendisi de mantıksız değil mi zaten?
Bir sürü gitarınız vardır sanırım. En çok hangisini seviyorsunuz?
– Aslında çok sayılmaz, yedi tane gitarım var. En sevdiğim ise telini yeni değiştirdiğim gitar. Bu gitar bana Montreal’den dostum Albert Godin tarafından yılbaşı hediyesi olarak yapıldı. Çok güzel, öyle değil mi?
GENÇ ASLANLAR SAĞLAM GELİYOR
Büyürken kimleri dinlediniz?
– Annem kemancı olduğu için klasik müzikle büyüdüm. Bu yüzden Beethoven, Schumann, Schubert ve Haydn gibi batılı büyük bestecilerle büyüdüm diyebilirim. 11 yaşımda, ilk gitarımı elime aldığımda Mississippi’den gelen blues’u keşfettim. 16 yaşına kadar bir sürü farklı müzik türünden etkilendim. Flamenkoyla tanıştım, ardından Hint müziği ve son olarak da cazla… Yani beş yıl sonunda, bu farklı müzikal formların hepsini biliyordum. Sorunuza gelecek olursak… Gençken yaşadığınız tüm deneyimlerin izi kalıyor üzerinizde. Ömrünüzün sonuna kadar bu izler sizinle… Ben de hep aynı şeyleri dinlemeye devam ediyorum. Elbette yeni müzisyenler çok başarılı ama benim kendi kahramanlarım var. ınanır mısınız, bunlardan biriyle çaldım da! Çok şanslı bir adam olduğumu düşünüyorum. Miles Davis’i keşfettiğimde 15 yaşındaydım. 11 yıl sonra onunla aynı sahnede çalıyordum. Bugün hâlâ o zamanki kahramanlarımı dinliyorum. 60’larda tam bir hippiydim. Yani o saykedelik kuşaktanım ben aslında…
Yeni kuşaktan kimleri dinliyorsunuz?
– Bir sürü genç müzisyeni dinliyorum. Mesela piyanist Brad Mehldau var. Birkaç tane de gitarist sayabilirim; Jimmy Herring ve Wayne Krantz… Yeni nesil çok sağlam geliyor. “Genç aslanlar” diyorum ben onlara.
DÜNYANIN EN İYİSİYİM DEMEK APTALCA
Tüm zamanların en iyi 100 gitaristi arasında gösteriliyorsunuz. Bu size sahnede nasıl hissettiriyor?
– Ben kendimi öyle görmüyorum. Yani Roger Federer gibi bir tenisçi kendini böyle algılayabilir ya da bir futbolcu. Çünkü bu tip sporlar, doğası gereği rekabete dayanıyor. Ama müzik, rekabet edebileceğiniz bir alan değil bence… Çok uzun süredir sahnelerdeyim. ılk grubumu okulda kurmuştum. Bugüne dek bir sürü grubum oldu. Tabii en iyi bilineni Mahavishnu Orchestra’ydı. 1970’lerde Miles Davis, Chick Corea ve Wayne Shorter’la çalıyordum. Yani zaten tanınıyordum. Ama Mahavishnu Orchestra ile büyük bir ticari başarı da yakalamış olduk. 1979’da oluyor tabii bu anlattığım. Neredeyse 30 yıl geçmiş aradan. ınsanlar hâlâ müziğimi dinlemek istedikleri için kendimi şanslı hissediyorum. Ama sahneye çıktığımda “dünyanın en iyisiyim” diye bir şey geçmiyor aklımdan. Zaten bunun aptalca olduğunu düşünüyorum. Müzikle uzaktan yakından ilgisi yok böyle bir şeyin. Müzik; kalbiniz, ruhunuz, yaşamınız, etrafınızdaki insanlar ve evrenle ilgili bir şey. Yani bu “ben senden iyiyim” gibi bir şey değil.
ÇİNGENELER GİBİYİZ
Grubunuz The 4th Dimension nasıl kuruldu?
– Geçmişi yedi yıl öncesine dayanıyor. Madagaskar’daki küçük bir Fransız adasında düzenlenen bir festivale davet edilmiştim. ıki konser verecektim. Bana “ıstediğin grupla gelebilirsin” dediler. Ben de Mark Mondesir, Garry Husband ve başka bir bas gitaristle bu grubu kurdum. Ama o zamanlar tamamlamam gereken başka işler vardı. Senfoni orkestrası için bir balenin kayıtlarını hazırlıyordum. Bir de Hintli dostlarım Shakti Group’la turnedeydim. Bu ekibi ikinci kez bir araya getirmem, “Industrial Zen” adlı albümün kayıtları için oldu. Üç yıl önce de turneye başladık. Avrupa ve Amerika turnesi yaptık. Ama benim bir yıl ara vermem gerekti. Çünkü yakın dostum Chick Corea’yla turneye çıkacaktık. Onunla bir grup kurduk ve dünyayı dolaştık. Geçtiğimiz yaz eve döndük. Ardından The 4th Dimension için yeni bir albüm hazırlığına giriştik. “To the One” yayınlanınca da yeniden turneye çıktık. Sonbaharda Kuzey Amerika ve Kanada turnesi yapacağız. ılkbaharda da Asya, Hong Kong, Singapur, Hindistan, Kore ve elbette Japonya turnesinde olacağız. Göçebe çingeneler gibiyiz!
TÜRKİYE’DE CAZCI OLMAK ZOR
Türk müzisyenlerden tanıdığınız var mı?
– Bir saksofoncu vardı ama sanırım artık çalmıyor. Türkiye’de cazcı olmak zor. Hiçbir yerde kolay değil gerçi. Bir sürü iyi müzisyen var ama hiçbiri için caz yapmak kolay değil… Türk cazcılardan Aydın Esen dışında başka kimseyi tanımıyorum… Bir de Türkler’den bir udi vardı 50’li yıllarda, Hamza El Din. Türk olduğuna eminim… (Hamza El Din, Nubyalı bir udi.) Biliyor musunuz, benim Türkiye’de aşık olduğum müzisyenler kimler? Sufiler… 60’lardan beri ‘ney’e hayranım. Gerçekten çok güzel bir enstrüman. Çok seviyorum sesini. İstanbul’da çok güzel bir Mevlevihane’niz var.
BEN DE GÜZEL İNSANLARDAN BİRİYİM
Beste yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?
– ınsanlardan… Dinleyicilerimden değil ama, sevdiğim, hayranlık duyduğum insanlardan… Dünyada bir sürü iyi insan var. Kadın-erkek bir sürü güzel insan. Aralarında hiç politikacı yok elbette! Tek bir tane bile yok. Ama dünyada bir sürü müthiş insan var. Çok güzeller. Ben de onlardan biriyim.