Yapım Amerika’da ilk gün gişe başarısıyla da James Cameron’ın Avatar filmini geride bırakmıştı
FRAGMANI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Guy Ritchie, Robert Downey Jr.’lı Sherlock Holmes uyarlamasında en iyi bildiği şeyi yapmaya devam ediyor: Enerjik bir ‘kendini iyi hisset aksiyonu’
1800’LERİN Londra’sı, sinema seyircisinin her seferinde umduğu gibi bulmaktan memnun olacağı türde bir yer. Bizi nelerle karşılayacağını çok iyi biliyoruz: Siyah pelerinler, fahişeler, yetimler, hırsızlar, ‘büyücü katil’ler, hafiyeler ve enfiye kutuları. Sefalete rağmen görkemli bir modern teknoloji ve çamur içinde lüks. Guy Ritchie’nin Sherlock Holmes uyarlaması, bu Londra atmosferinin tadını çıkarmamız için her türlü görsel donanıma sahip.
FARKLI BİR JUDE LAW
Ritchie’nin enerjik tarzı, Kurtlar Vadisi ekolünde ‘büyük’ replikler serisiyle cool’un parodisine dönüşen Revolver’i kurtaramamıştı. Ama bu kez, bir erbabı işinin başında izliyor gibiyiz. Ritchie, üzerine ‘abi’ ağırlığı çökmemiş, ama her sahnesini cool bir manzara için bahane etmeye çalışan ‘kendini iyi hisset aksiyonları’ndan birini çekmiş. Holmes’u hatırladığınızdan biraz daha fazla fiziksel aktivite içinde bulabilirsiniz, ama dedektifin bilgi ve mantık şovuna dayalı çalışma biçimlerine halel getirilmiş de değil. Dedektif hafiften ‘süper kahraman’a doğru meylettiyse de, elindeki davayı entelektüel akıl yürütmelerle çözmeye devam ediyor. Robert Downey Jr., üzerine her daim yakıştırdığı ‘deli / dolu / seksi / bitirim’ rolünü Sherlock Holmes’da da aynen giyinmiş. Holmes’un ‘kadın’ı, hırsız Irene Adler’de Rachel McAdams, pembe saten elbisesi kadar parlak görünmeyi başarıyor. Şaşırtan performans ise, Jude Law’dan. Holmes’u koruyup kolladığı kadar ona zor tahammül eden kankası (neredeyse sevdiceği) Dr. Watson olarak, Law ‘janti’ edasını koruyor fakat kırk yılın başında bir, ‘en havalı adam’ dışında birini oynuyor. Viktorya dönemi Londra’sında tamamen fantastik bir hikâye için The League of Extraordinary Gentlemen’e, karanlık alemler için Karındeşen’in ortada gezindiği From Hell‘e dönmeniz gerekebilir. Ritchie’nin Sherlock Holmes‘u, karakterlerin mevcut karizmasının cümbüşe karıştığı bir film. Stüdyo, hikâyeyi devam filmini çağıran şekilde sonlandırdığına hiç pişman olmayacak gibi görünüyor.
FARKLI BİR JUDE LAW
Ritchie’nin enerjik tarzı, Kurtlar Vadisi ekolünde ‘büyük’ replikler serisiyle cool’un parodisine dönüşen Revolver’i kurtaramamıştı. Ama bu kez, bir erbabı işinin başında izliyor gibiyiz. Ritchie, üzerine ‘abi’ ağırlığı çökmemiş, ama her sahnesini cool bir manzara için bahane etmeye çalışan ‘kendini iyi hisset aksiyonları’ndan birini çekmiş. Holmes’u hatırladığınızdan biraz daha fazla fiziksel aktivite içinde bulabilirsiniz, ama dedektifin bilgi ve mantık şovuna dayalı çalışma biçimlerine halel getirilmiş de değil. Dedektif hafiften ‘süper kahraman’a doğru meylettiyse de, elindeki davayı entelektüel akıl yürütmelerle çözmeye devam ediyor. Robert Downey Jr., üzerine her daim yakıştırdığı ‘deli / dolu / seksi / bitirim’ rolünü Sherlock Holmes’da da aynen giyinmiş. Holmes’un ‘kadın’ı, hırsız Irene Adler’de Rachel McAdams, pembe saten elbisesi kadar parlak görünmeyi başarıyor. Şaşırtan performans ise, Jude Law’dan. Holmes’u koruyup kolladığı kadar ona zor tahammül eden kankası (neredeyse sevdiceği) Dr. Watson olarak, Law ‘janti’ edasını koruyor fakat kırk yılın başında bir, ‘en havalı adam’ dışında birini oynuyor. Viktorya dönemi Londra’sında tamamen fantastik bir hikâye için The League of Extraordinary Gentlemen’e, karanlık alemler için Karındeşen’in ortada gezindiği From Hell‘e dönmeniz gerekebilir. Ritchie’nin Sherlock Holmes‘u, karakterlerin mevcut karizmasının cümbüşe karıştığı bir film. Stüdyo, hikâyeyi devam filmini çağıran şekilde sonlandırdığına hiç pişman olmayacak gibi görünüyor.